3 Aralık 2009 Perşembe

KIZILAY (da YAYA OLMAK) : EKOLOJİK KENT MERKEZİ





Çocukluğumuzun Kızılay’ında (60’ların son yılları), üzerinde kocaman bir ay olan sarı-beyaz bir binanın önünde, çiçeklerle süslü bahçeden bozma parkın içinden geçer, içindeki büstlerin kimler olduğunu merak eder ve soluklanırdık. Trafiğin o kadar da yoğun olmadığı Bulvar’dan karşıya geçer, henüz yayalaştırılmamış ama trafiğin pek de arap saçı olmadığı Sakarya’da dolaşır,

1950-60’larda yapılmış ve şimdilerde birçoğu yıkılarak yükselmiş, kimlikli yapılar arasından geçerek yaya olmanın tadına varırdık. Gitgide yıkılıp yoğunlaşan, 2-3 kattan önce 5-6 kata, daha sonra da 10 kata çıkan yoğunluk artışı, beraberinde araç trafiği, gürültü ve hava kirliliği artışını da getirdi. 1970’lerin başında dev bir çukur açıldı ve bunu metro yapılıyor diye sineye çeken biz Ankara’lılar, aylar geçtikçe bir şey yapılmadığını gördükçe önce üzüldük, daha sonra da sinirlendik.


Sonraları birkaç metro projesi daha çizildi, üzerinde konuşuldu, nutuklar atıldı, maliyetler belki de on kat arttı ama son yıllara kadar hayalimizdeki metroya kavuşamadık. Kavuşunca da gökyüzüne, bulutlara ve yıldızlara, güneşe veda edeceğimiz, bir gün gelip de sembolik Kızıl’ayın bile yok edileceğini tahmin edemezdik doğal olarak!

Geçmişe dönüp kent merkezlerine baktığımızda “ekolojik kent merkezi” denilebilecek yaklaşımlarının Anadolu’da binlerce yıldır uygulandığını görüp de, çağdaş medeniyetin gelip dayandığı son noktada, ülkemizde yayalardan önce taşıtlara öncelik verildiğini görmek hepimizi üzecektir.

Antik kentlerde; örneğin Efes’te, Bergama’da, Perge’de, yörenin iklim verileri kent planlamasında ve mimaride kullanılmakta, su ve yeşilin iç içe olduğu bir sosyo-kültürel ve ticaret merkezi, yönetim merkezi, dinsel merkez olgusu bulunmaktaydı.

Perge’de, Attalia’da (Antalya) sütunlu cadde ortasından akıtılan su, kent çeşmeleri (Nymphaeum), agora, hamamlar ekolojik kent merkezi olgusunun varlığını göstermektedir. Perge’de kuzeydeki Akropol’den akıtılan su, anıtsal ve pitoresk kent çeşmesinden şelaleler yaparak akmakta ve yaklaşık 2 km. kentin ana aksına serinlik vermekteydi. Helenistik ve Roma dönemlerinin yaklaşık 2000 yıl süren heyecanlı macerasında Anadolu’da kent merkezleri atlı arabalardan, atlılardan çok yayalara aitti. Yeşil ve su ögesi de yayalara yaşama zevki veriyordu..

Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde de, Anadolu’ da 1000 yıl boyunca, kapalı çarşılar’dan hanlara, esnaf çarşılarından, Cuma camilerine ve külliyelere kadar doğaya, ağaca, çiçeğe, insana, kuşlara varıncaya kadar yaşayan tüm canlıları da içeren, düşünen bir çevre oluşturulmuştu.

Kapalı çarşılar, hanlar ve esnafın uzmanlaşıp yoğunlaştığı sokaklar, gölgeli, çınarlı, havuzlu ve asmalı, çardaklı idi. İklime de bağlı olarak yazın serin, kışın sıcak ortamlar yaratmak için teknolojinin tüm olanakları kullanılıyor, yeşil ile içiçe, suyu gören ve sudan serinleyen, yararlanan ortamlar, mikroklimalar oluşturuluyordu.

İstanbul, Bursa, Edirne’den başlayarak payitahtlardan (Başkent) en küçük şehre ve kasabaya kadar bu ilkeler, bu medeniyet (uygarlık), bu yaya ve yeşilin kaynaştığı “Çarşı’lar”, “Suk (sokak)” lar, “Han” lar, “Bedestan” lar, “Cami” ler; yani kent merkezleri yayılmış ve uygulanmıştı.

Bunların günümüzde parça parça yok edilişini görmek, yerine de yapılanları, betonlaşmayı ve insan doğasına aykırı taşlaşmayı, su ve yeşilin dışlanmasını görmek –bir iki güzel örnek dışında- hepimizi üzmeli ve kaygılandırmalı..

Çünkü, teknolojiye esir olan 19. ve 20. Yüzyıl insanı artık bu teknolojinin kullanıcısı, doğa ile iç içe yaşamın bir aracı olarak yeşil teknolojiyi üretmenin yollarını aramakta..

Yeryüzünü insanlara açmak, yeşile açmak, çiçeklerle bezemek, suya kavuşan mekanlar oluşturmak, kuşlara ve diğer evcil canlılara açmanın tek koşulu “ekolojik kent merkezi” ilkelerini uygulamaktır.

Kızılay’dan olabildiğince araçları uzaklaştırmak ve Viyana’daki gibi bir büyük yaya bölgesi oluşturmanın gereğinin, Bulvarın ortasına insanların ulaşamayacağı zincirler ve havuzlar koymak yerine, bir hızlı tramvay ya da metro ile kuzey-güney bağlantısını da kurarak merkeze ulaşımı kolaylaştırmak olduğuna inanıyorum.



Böylece bir gün gelip Atatürk Bulvarı’nda da İstiklal caddesindeki gibi yaya hakimiyetinin kurulacağını düşünüyorum. Böylece Sıhhiye’den Meclis’e, Tandoğan’dan Koleje giden bisikletlileri, koşu ve yürüyüş yapanları, hatta atla/faytonla dolaşanları ve bulvarlar üzerine kurulan yeşil kafeleri, pastaneleri, ortasından su akıtılan ana caddeleri, döşemeleri beton ve asfalttan arnavut kaldırımına, parke taşa dönüştürülen ana yaya akslarını da hayal etmek zamanı gelecektir kim bilir.



Fotoğraf kaynak :http://www.worldturkey.com/gallery/hq/ankara.jpg

O güzel günler de merkeze ulaşım metro ile olacağından trafik kazaları azalacak, gürültü ve görüntü kirlilikleri yok olacak, insanlar daha sağlıklı ve daha mutlu olacaklardır ekolojik çevrelerinde ve ekolojik kent merkezlerinde..

Sağlıcakla kalın..



• Ankara Magazine Dergisi, “Kent ve Çevre Köşesi”, Mart 2008, SAYI 73, s.38-39'da yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

1957 Ankara Seli ve Ankara'nın Dereleri : Mehmet Tunçer Sunumu (18.10.2024)

  "1957 Ankara Seli ve Ankara'nın Dereleri" ‼️ 11 Eylül 1957 tarihinde Hatip Çayı (Bent Deresi) taşkınının yol açtığı sel, Ank...