8 Mart 2010 Pazartesi

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BAŞKENT ANKARA



H. Cengiz TÜRKSOY
Şehir Yüksek Plancısı (ODTÜ)


GİRİŞ:

Başkent oluşundan bu yana Ankara'da yaşanan gelişme ve değişme süreci, Türkiye Cumhuriyeti'nin başarı ve başarısızlıklarının aynası gibidir. O nedenle, 1920'li yılların başında nüfusu yaklaşık 20.000 olarak tahmin edilen Ankara'nın bugünkü 3.500.000 nüfusa erişinceye değin geçirdiği dönüşüm sürecinin incelenmesi, bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti'nin dönüşüm sürecinin incelenmesi anlamına gelir.

İşte bu nedenle, bu çalışmada, Ankara'nın başkent olması yönünde verilen kararın sonucunda bir küçük Anadolu kentinin nereden nereye geldiğinin ya da getirildiğinin yetmiş altı yıllık öyküsü özetlenirken, gerçekte Türkiye Cumhuriyeti'nin günümüzde yaşadığı sorunların kaynakları da irdelenmiş olacaktır.

ZAMANDA YOLCULUK
YA DA
BİR KENTİN BAŞKENT OLUŞU

Türkiye Cumhuriyeti, on yıldan daha uzun süren savaşların sonrasında kurulurken, onun üzerinde yer alacağı temel, bu savaşlar içinde yıpranmış altı yüz yıllık bir imparatorluğun kalıntılarıydı.

Toprağıyla, insanıyla; kentiyle, köyüyle; olumlu olumsuz tüm özellikleriyle devralınan ülkenin bir anda, bütünüyle değiştirilmesi olanaksızdı. Cumhuriyet'in ilk yıllarından başlayarak adım adım sağlanmaya çalışılan dönüşümle, yeni devletin kendi öz kimliğine kavuşması için bir dizi atılım gerçekleştirildi.

Bunlar arasında yer alan en önemli ve köktenci kararlardan biri de Osmanlı İmparatorluğu'nun 470 yıllık başkenti İstanbul'un yerine Anadolu bozkırındaki bir küçük kentin; Ankara'nın başkent olarak seçilmesiydi. Gerçekte, Mustafa Kemal'in de dediği gibi bu bir seçim olmaktan çok yaşamın dayattığı bir zorunluluktu Nitekim, Ankara'nın hükümet merkezi olması için 31 Ocak 1921'de TBMM'ye sunulan önerge, 26'ya karşı 71 oyla reddedilmişti, çünkü olaylar henüz bu yönde gelişmemişti.

İstanbul yerine Ankara'nın başkent yapılması sıradan bir karar değildi. Zaten Cumhuriyetin ilanından da önce, 13 Ekim 1923 tarihli Ulusal Meclis kararıyla Ankara'nın başkent yapılması yeni devletin kurucularının da bunu salt biçimsel bir değişiklik olarak algılamadıklarını gösteriyordu. Vazgeçilen başkent İstanbul, Osmanlı yönetimiyle özdeşleşmiş, "ulusal kimlik"ten yoksun yaşantının simgesi, yabancı kültürlerin etkisine açık bir liman kentiydi. Ayrıca, devletin kurucularının yeniden yaratmayı düşündükleri Türk ulusunun yaşadığı topraklara oldukça uzak bir konumdaydı. Oysa Ankara, ülkenin ortasında, ulusun bütünleşmesini sağlayacak ve yeni devleti simgeleyecek özelliklere sahipti; üstelik, ulusal kurtuluş savaşımını başlatan ve yürütenlerin merkez seçtiği bir kentti .

Bu karar, yeni devletin kurucularına, Ankara'yı yeniden kurmak gibi önemli bir sorumluluk yüklüyordu; çünkü, bataklıklarıyla; çamurlu yollarıyla; bakımsız, eski ve kerpiç evleriyle Ankara'nın İstanbul'a alternatif başkent olarak görülmesi, çılgınca bir düşünceydi. O yıllarda Ankara'nın eksiklikleri bunlarla da sınırlı değildi. Kentin elektriği, sağlıklı içme suyu, doğru düzgün bir oteli ve lokantası yoktu. Başkent olmanın gerektirdiği hiçbir yapı bulunmuyordu. Bakanlıklar, sığındıkları birkaç köhne evde, masa ve iskemle yerine malzeme sandıklarıyla döşenmiş odalarda çalışıyorlardı.

BİR KENTİN YENİDEN KURULUŞU ve JANSEN PLANI

Ankara'nın yeniden kurulması; bir başka deyişle, dünyanın ilk "yeni kent"lerinden birinin oluşturulması yeni rejimin başarısının bir göstergesi olacaktı. Çözülmek için ele alınan sorun, zorlu, kararlı ve sabırlı bir savaşım gerektiren; sonuçları uzun erimli önlemlerle alınabilecek nitelikteydi. Ancak bu gerçeğin görülebilmesi için birkaç yıl daha geçmesi gerekiyordu.

Önceleri, devletin kurucularının batı ülkelerindeki gözlemlerine dayalı kimi düzenlemelere gidildi. 16 şubat 1924 gün ve 417 sayılı yasa ile Ankara Şehremaneti'nin kurulması, 1925 yılında mevcut eski Ankara için M. Heussler'e plan yaptırılması, 24 Mart 1925 gün ve 583 sayılı yasa ile bugünkü Yenişehir'de 4 milyon metrekarelik alanın kamulaştırılmasına karar verilmesi , kamulaştırılan bu alanın 1927 yılında Karl Lörch tarafından planlanması, Mustafa Kemal'in özel girişimiyle gerçekleştirilen ve açılışı 5 Mayıs 1925 tarihinde yapılan; başlangıçta 2000 ha. genişliğindeki Atatürk Orman Çiftliği'nin kurulması, bu kapsamdaki başlıca çalışmalardı.

8 Haziran 1924 - 27 Kasım 1926 tarihleri arasında görev yapmış olan Ankara'nın ilk şehremini Haydar bey kentin hızla büyümeye başladığını görerek, büyük gereksinim duyulmaya başlanan tuğla, kiremit, çimento, kireç ve kereste gibi temel yapı malzemelerini sağlayabilmek için atölye ve fabrikalar kurdu. Gene bu dönemde, bir elektrik santralı kurularak kente ilk kez elektrik verilmeye başlandı. Ancak, Haydar bey süresi dolmadan bu görevden ayrıldı. Haydar beyin, yaptığı çalışmalarda karşılaştığı engellemeler nedeniyle bu görevden ayrıldığı söylenir.

Parçacı uygulamalar çeşitli çevrelerde ve basında yoğun biçimde eleştiriliyordu. Ama, eleştiri sahipleri çeşitli baskılarla karşılaşmış olsalar da, kısa sürede yönetimin doğruyu görmesini sağlayabilmişlerdi. Yeniden oluşturulacak bir başkentin bu tür parçacı tutumlarla biçimlendirilemeyeceği kısa sürede anlaşıldı. Kapsamlı, ancak parçacı uygulamalarla sonuç alınamayacağı anlaşılmıştı ama, özellikle Yenişehir ve AOÇ girişimleriyle kentin gelecekteki yönelimi de belirlenmişti.

Parçacı uygulamalardan beklenen sonuçların alınamayacağı anlaşılınca ilk iş olarak, belediye dışında, başlıca görevi kentin imarı olacak bir örgütlenme yaratmak düşüncesiyle 1928 yılında 1351 sayılı Yasa ile merkezi yönetime (Dahiliye Vekaleti'ne) bağlı olarak Ankara Şehri İmar Müdürlüğü kuruldu . Bu kuruluş, kenti hem planlamak hem de bu plana göre uygulama yapmakla görevlendirilmişti. Yasa'ya göre, elde edilecek plan; buna dayalı 5 yıllık uygulama programı ve daha sonra yapılabilecek değişiklikler Bakanlar Kurulu onayı ile yürürlüğe girecekti.

Onama yetkisinin Bakanlar Kurulu'na verilmesi, Ankara'nın yeniden yaratılması konusuna verilen önemi ve kararlılığı göstermektedir.

İmar Müdürlüğü, Ankara imar planının elde edilmesini, 1928 yılında, birisi Fransız, ikisi Alman üç kent mimarı arasında yarışmaya çıkardı. Yarışmacılara, kent nüfusunun 50 yıl sonra 300.000 olacağı, kentin, eski Ankara ile Çankaya sırtları arasındaki yolu (bugünkü Atatürk Bulvarı) eksen alması gerektiği, eski kentin korunacağı, bazı önemli binaların yerleri gibi bağlayıcı bilgiler verildi.

27 Mayıs 1929 tarihinde açıklanan yarışma sonucuna göre; hazırladığı avan proje ile Hermann Jansen birinciliği kazandı. Jansen'in başarısı, yaptığı çalışma, jüri tarafından "olabilirlik yönünden en uygun proje" olarak nitelendirilmiş olmasına dayanıyordu. Ayrıca, bu proje kentin toplumsal sorunlarını çözme kaygısını da taşıyordu. Yarışmayı kazanan Jansen, kendisiyle yapılan anlaşma gereğince, Ankara'nın ilk nazım planını hazırladı. Bu plan 27 Temmuz 1932 tarihinde Bakanlar Kurulu'nca onandı ve planın fiziksel gerçekleşmesinin sağlanması için Jansen, İmar Müdürlüğü'ne danışman olarak atandı; 1938 yılına değin bu görevde kaldı .

Jansen, hazırladığı planla Ankara'nın belirli bir sistem içinde yeşillendirilmesini; konut bölgelerinde dört katı geçmeyen, bahçe içinde yapılaşmayı; bir üniversite mahallesi, bir işçi evleri mahallesi, bir hükümet mahallesi öngörüyordu. Planda yaya ve taşıt trafiği birbirinden ayrılmaya çalışılıyor; taşıt trafiğinin kolay ve sürekli olmasına özen gösteriliyor, dar, sakin mahalle içi yollar ile yaya yollarına öncelik veriliyordu. Planın ekseninde yer alan Atatürk Bulvarı'na bağlanacak yollar en az beş yüz metrede bir bulvarla birleşecek ama, onu keserek karşıya geçmeyecekti . Plandaki bu yaklaşıma uymayan tek bağlantı, Atatürk Bulvarı'nın üzerinden köprüyle (Opera Kavşağı) geçen Talat Paşa Caddesiydi. Konut bölgelerinde, ağaçlandırılmış, yeşil alan karakterinde bir yaya yolu olacak; bu yol da taşıt yollarıyla ancak beş yüz metrede bir kesilebilecekti .

Jansen Planı’nda eski Ankara için hemen hiçbir yenilik öngörülmemişti . Gerçekte, yönetimin de isteği bu yöndeydi. Kentteki, her türlü dayanma sınırını zorlayan konut sorununun ivedilikle çözülmesi gerekiyordu. Eski kenti yıkıp yeniden yapma maliyetinin yeni bir kent kurmaktan daha pahalıya çıkacağı düşünülüyordu. Bu düşünce Yenişehir'le ilgili olarak 1925 yılında çıkarılan kamulaştırma Yasa'sının gerekçesinde de belirtilmişti.

1935 yılı verilerine göre nüfusu 122.720'ye ulaşmış olan Ankara'da bulunan 17.372 konutun %87'sinde su, % 68'inde elektrik, % 93.5'inde havagazı yoktu. Bu hizmetlerin üçüne de sahip olan konut sayısı yalnızca 1056'ydı (%6) .

JANSEN PLANININ UYGULAMA SÜRECİ VE
GERÇEKLEŞTİRİLENLER

Jansen, planın uygulama başarısı için iki önemli koşulun mutlaka sağlanması gerektiğini düşünüyordu:

* Güçlü bir yönetim ve
* Arazi spekülasyonunun önlenmesi .

Koşullardan birincisinin gerçekleştirilmesi kolaydı. Ülke yöneticilerinin de başlangıçtan beri düşünceleri bu yöndeydi. İmar Müdürlüğü'nün merkezi yönetime bağlı ve geniş yetkilerle donanımlı olarak kurulması bu düşüncenin ürünüydü.

Ancak ikinci koşulun gerçekleştirilmesi o denli kolay değildi. Kent toprağındaki mülkiyet dağılımının köktenci bir anlayışla ele alınıp yeniden düzenlenmesi sağlanmadıkça ve özellikle kentin gelişme alanlarında, kamu elinde toplanmış, imara elverişli ve yeterli arsa stoku yaratılmadıkça, salt yasal düzenlemelerle spekülasyonun önüne geçilmesi olanaksızdı.

Arsa stokunun yalnızca kentin gelişme alanlarında yaratılması da yeterli değildi, çünkü bu kez de mevcut kent doygunluğa erişmedikçe, gelişme alanlarına yönelim beklendiği boyutta olmayacaktı. Bu yönelimin hızlandırılması için kamu eliyle yapılacak özendirici yatırımlar kentsel gelişmenin maliyetini çok artıracaktı.

Savaş yıkıntıları üzerine yeniden kurulan devletin parasal kaynakları arsa stoku yaratmak amacıyla geniş alanların kamulaştırılması için çok yetersizdi. Bunun üzerine 1929-1930 İktisadi Bunalımı'nın etkileri eklenince yönetimin bu yönde kapsamlı girişimlerde bulunması beklenemezdi.

Öte yandan, Ankara'nın başkent olarak kalacağı konusunda kuşkuları olan eski Ankaralılar sahip oldukları arazileri bir an önce ellerinden çıkarmaya bakıyorlardı. Yıllar boyunca, Ankara imar planlarının uygulanmasının önünde, yönetime en büyük güçlükleri çıkaracak olan yeni Ankaralılar bu fırsatı kaçırmadılar. Bunların bir bölümü yönetime yakın kişiler ya da TBMM üyesiydiler. Bunların en yakın dostları da başta Haziran 1929 ile Temmuz 1946 yılları arasında Ankara valiliği ve belediye başkanlığı yapmış olan Nevzat Tandoğan olmak üzere kent yöneticileriydi .

Bu spekülasyoncuların bütün engelleme çabalarına karşın, bugünkü Bakanlıklar bölgesi ve 3000 memur konutu yapılması için bu bölgenin arkasında kalan alan (Saraçoğlu mahallesi), metrekaresi ortalama bir liradan daha az bir bedelle toplam 118.000 liraya kamulaştırıldı. Bu işlemi engelleyememişlerdi, ama TBMM alanının 20.000 liraya kamulaştırılmasını yıllarca geciktirerek 2.500.000 liraya kamulaştırılmasına yol açmışlardı.

Jansen Planı ile, Karl Lörch tarafından 1927'de planlanmış olan Yenişehir'in yanısıra Cebeci'de de bir konut bölgesi ve bugünkü Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerinin bulunduğu yerde bir üniversite alanı oluşturuldu. Yine bu planla, eskiden bir bataklık olan yerde Gençlik Parkı, 19 Mayıs Spor Alanı ve Hipodrom gerçekleştirildi.

Jansen'in danışmanlığıyla, plan kararlarını gerçekleştirmeye çalışan İmar Müdürlüğü, Mustafa Kemal'in bütün desteğini arkasına almış olmasına karşın, gerek spekülatörler gerekse plan disiplinini bir türlü sindiremeyen üst düzey bürokratlar ve siyasilerce hiçbir zaman rahat bırakılmadı .

Osmanlı'nın tebaları Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşı olma bilincine ulaştıkça Başkent'in kent yoksulluğunu kır yoksulluğuna tercih ediyor ve Ankara'ya göçüyorlardı. Bunun sonucunda hızla artan nüfus, Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki yangın sonucunda başlayan konut sorununu daha da çekilmez duruma getirmişti. Bu sorunun çözülmesi için yeterli kamusal kaynak yoktu. Ama, ciddi ve disiplinli bir imar yönetimi oluşturulmuştu ve bu yönetim plan kararlarını uygulamada kararlıydı. Bu koşullar, planlı alandaki arsa fiyatlarını olağanüstü artırdı.

Parası olanlar imarlı alanlarda spekülatörleri doyuracak boyutta bedel ödeyerek ev sahibi olabiliyordu, ama Ankara'nın yeni sakinleri arasına katılmaya çalışan kent yoksulları için bir tek yol vardı; kendi başlarının çaresine bakmak. 1930'lu yılların başında, Türkiye'nin ilk gecekonduları Ankara'da ortaya çıktı . Oysa, planda evsiz yoksullar için ucuz arsalar bölgesi ayrılmıştı. Bu arsalar isteyenlere bedelsiz verilecek, yapılan konutlar bir mühendisin denetiminde olacaktı. Ancak belediye bu görevini yapmamıştı.

İmarlı alandaki bedeli ödeyemeyen, ama toplumsal statüleri gereğince gecekondu da yapamayacak olanlar ise plan dışı alanlarda arazi sahibi olup plan değişikliğini zorluyorlardı. Üst düzey kamu görevlilerince oluşturulan Bahçelievler Yapı Kooperatifi bu girişimlerin başında geliyordu. 1934 yılında kurulan kooperatif, hazine arazilerinden kendilerine arsa tahsis edilmesi için çeşitli girişimlerde bulunmasına karşın olumlu sonuç alamamıştı. Bunun üzerine, başta Jansen olmak üzere İmar Müdürlüğü'nün, vali Nevzat Tandoğan'ın ve Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya'nın onayı ile plan dışında, hem eski hem de yeni kente yaklaşık 3 km. uzaklıkta bulunan ve Abdi Paşa Çiftliği olarak bilinen araziyi satınalmıştı. Dönemin imar müdürü Semih Rüstem de kooperatifin üyesiydi .

Jansen'in bu konudaki onayının belki de tek nedeni bunun bir kooperatif girişimi olmasıydı. 9900 m. x 350 m. boyutlarındaki alanın planını ve ev tipleri tasarımını da Jansen yapmıştı.

Bu tür eğilimlerin çoğaldığını gören İmar Müdürlüğü, 1937'de Jansen Planı'nda köklü bir değişikliğe giderek plandaki kuzey-güney gelişme doğrultusuna bir de doğu-batı doğrultusu ekledi.

Plan sınırları içinde onca boş alan varken bu alanların bedelini ödeyecek gücü olmayan, ama başka güçleri olanların kendilerince buldukları bu çözüm, planlı alanda ortaya çıkan spekülatif değer artışının engellenememiş olmasının sonucuydu. Tek parti, tek lider yönetimi altında ve bu yönetimin eski başkentle yarışacak yeni bir kent kurma savıyla ortaya çıktığı bir dönemde yaşanan bu gelişmeler çok öğreticidir. "Tek parti, tek lider" yönetimi de olsa mülkiyet ilişkilerinin gereğinden çok önemsendiği bir toplumda güçler dengesi şaşmaz bir kural olarak işlemektedir. Üst düzey devlet görevlileri kendi konutlarını yaptırabilmek için hazineden arsa alamamışlar, ama planı değiştirebilmişlerdir. Kent yoksulları ise, izin alma gereği bile duymaksızın, sonradan yıkılma riskini göze alarak hazine arazisi üzerinde kendi konutlarını yapmışlardır.

Bu iki yönlü gelişme, başından beri plan disiplininden rahatsız olanları çok mutlu etmiş olsa gerektir. Çünkü her iki yöndeki gelişme ve planın köktenci biçimde değiştirilmesi Jansen'in -o arada bütünüyle onu destekleyen Mustafa Kemal'in de- savunduğu planlı gelişme ve plan disiplini anlayışlarına ciddi bir darbe vurmuştur.

1938 yılı, Ankara'nın yeniden kurulması çalışmalarındaki "yeni bir başkent yaratmak" ilkesinden artık bütünüyle uzaklaşılmaya başlandığı dönemin başlangıcıdır. Mustafa Kemal ölmüş, bunu izleyen günlerde Jansen'in görevine son verilmiş, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Avrupa'da en güçlü dönemini yaşayan faşizm Ankara'yı da etkilemeye başlamıştır. Jansen Planı'nın toplumsal kaygıları kimsenin umurunda değildir. Bunu izleyen savaş yıllarında Türkiye bütünüylü içe dönük yaşamaya ve savaşa bulaşmamaya çalışmaktadır. Savaşın son günlerinde yaptırılan Saraçoğlu Mahallesi kentin konut gereksiniminin yanında hiç bir anlam taşımamaktadır.

Nüfus hızla artmaya devam etmiş, 1945'de kent nüfusu 226.712'ye ulaşmıştır. Gecekondular artık kentin bir gerçeği olarak kabullenilmiş ve 1949 yılında çıkarılan 5218 sayılı yasa ile yasallaştırılmıştır. Bu yasanın sağladığı olanaklarla Yenimahalle kurulmuştur. Ama gecekondu yapımı hızla sürmüş ve en çok yoğunlaştıkları Altındağ Mahallesi 1953'te ilçe merkezi olmuştur.

Jansen'in plan verilerinde 1980 yılı için öngörülen nüfusa (300.000) Ankara 1955 yılında ulaşmıştır. Ankara'nın bu durumunu gözeten yeni bir plana gereksinimi vardır.

ANKARA YENİDEN PLANLANIYOR

1955 yılına gelindiğinde Ankara denetim dışı gelişmiş, büyümüş ve yarım milyona yaklaşan nüfusuyla yeniden planlanması zorunlu bir kent olmuştu. Yeni planın elde edilmesi için uluslararası bir yarışma düzenlendi. Yarışmayı kazanan Nihat Yücel ve Raşit Uybadin'in, kentin 2000 yılında 750.000 nüfusa ulaşacağını varsayarak hazırladıkları plan 1957 yılında onanarak yürürlüğe girdi.

Yücel-Uybadin Planı, Jansen Planı ile bir bütünlük sağlama çabası içindeydi. Kentin kuzey-güney ve doğu-batı gelişme doğrultuları korunuyor; kentteki doğal vadiler ve dere yatakları yapılaşmaya açılmıyor; kentin doğal hava akımları kesilmiyordu.

Jansen planına göre daha yüksek yoğunluklu bir yerleşme öngören bu plan, uygulamaya girişinden birkaç yıl sonra, 1960'ların başında köklü biçimde değiştirilerek, yapılardaki kat sayısı 2-3 kat artırıldı ve kentin çok daha yoğun bir yerleşmeye dönüşmesinin yolu açıldı. Bu değişikliğin sonucunda, tüm konut alanları yap-sat ve yık-yap-sat piyasasının çalışma anlayışı ve beğeni düzeyine göre biçimlendi. Cumhuriyetin başlangıç dönemini anımsatacak sivil mimarlık örnekleri "kitlesel" biçimde yok edildi. Bu gelişme Ankara'nın tarihsel belleğinde önemli bir boşluk yarattı.

Planda yapılan değişiklikle hızlanan apartmanlaşma 1960'larda, özellikle kış aylarında kentin yoğun bir hava kirliliği yaşamasına yol açtı. 1970'lerde Ankaralı için en büyük sorun bu ölümcül hava kirliliğiydi.

Yücel - Uybadin'in 2000 yılı için öngördüğü 750.000 nüfusu Ankara 1965 yılındaki 905.000 nüfusuyla aştı. Kent yeni bir plana kavuşmuş olmasına karşın gelişme ve büyüme biçiminde hiçbir değişiklik olmadı.

1960'ların başına değin kentin iş merkezi olan Ulus'a alternatif olarak bu yıllarda Kızılay gelişmeye başladı ve kent çift merkezli bir görünüm aldı. 1970'lerde bu iki merkez arasında bir işlevsel farklılık oluştu. Ancak, Kızılay'ın batı ve doğu yönündeki gelişimi Ulus'un uzantılarıyla birleşerek, günümüzde Ankara gene tek ve çok büyük merkezli bir kente dönüştü.

Bu süreçte, Yeni, Büyük, Ata ve Demir Sanayi Çarşıları, Mobilyacılar Sitesi ve OSTİM Kuruldu. Ankara artık yalnızca bir yönetsel ve eğitim/kültür merkezi olmanın da ötesinde sanayileşmeye başlayan bir kent durumuna geldi.

1950'lerde yeni plana bağlanan umutların 1960'larda boşa çıkması, kentin sürekli bir planlama bürosunun oluşturulması düşüncesini geliştirdi ve 1969 yılında Ankara Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu kuruldu.

Ankara Nazım Plan Bürosu mevcut yapılaşmış alandan çok kentin gelişme alanlarıyla ilgiliydi. Büronun yaptığı çalışmaların sonunda hazırlanan Ankara 1990 planında kentin temel gelişme stratejisi olarak batıya gelişme benimsendi. 1970'lerden sonra büyük konut ve sanayi bölgeleri batıda geliştirildi. Yine bu büronun çabalarıyla, 1980'li yıllarda kentin çevresi ağaçlandırılarak bir yeşil kuşak oluşturuldu.

Ancak, kent bir yandan da nazım plan stratejisine aykırı olarak güneye gelişimini sürdürdü. Orta Anadolu Şirketi'nin 8 no.lu gecekondu önleme bölgesinde satın aldığı arazi için yaptırdığı imar planı yasalara aykırı biçimde 3 Eylül 1971 tarihinde İmar ve İskan Bakanlığı'nca onanandı . Bu plana dayanarak gerçekleştirilen OR-AN Şehri Çankaya'nın da güneyinde bir çekim alanı yarattı. Bu çekim nedeniyle önceleri Çankaya sırtlarıyla sınırlanan kentin güneyi ODTÜ'ye ait arazi içinde kalan Eymir Gölü'ne yukarıdan bakan sırtlara değin genişledi.

1980'li yılların başında Ankara Belediyesi ile Kent Koop'un birlikte gerçekleştirmeye başladıkları Batıkent yıllar içinde büyük bir kent parçası durumuna geldi. 1970'li yıllarda "Yeni Yerleşmeler Projesi" adıyla kamulaştırılan Susuz - Eryaman yöresindeki alanlarda 1980'lerde gerçekleştirilen toplu konut uygulamalarıyla; Ankara - Eskişehir Devlet Karayolu'nun güney yakasındaki Çayyolu/Ümitköy projeleriyle, kent sıçramalı biçimde, batı ve güney-batı yönünde gelişmesini sürdürdü.

SONUÇ YERİNE

1990 hedefli Ankara Nazım İmar Planı'nın dönemi tamamlanmış olmasına karşın; 1984 yılında Ankara Büyükşehir Belediye'sine bağlanmış olan Nazım Plan Bürosu bugüne değin kentte yaşayan çeşitli kesimlerin üzerinde uzlaşma sağlayabileceği yeni bir nazım planı uygulamaya koyamamıştır.

1984 yılından beri seçilen Büyükşehir Belediye yönetimleri görevde kaldıkları sürenin ilk dört yılını plan hazırlamakla geçirmiş; bir önceki yönetimin hazırlıklarını -neredeyse- yok sayarak yeni bir plan hazırlama savıyla çalışmış ve dönemlerinin son yılında belediye meclisinden bu planın onanmasını istemiştir. Ancak, bu planlar onanmadan çalışma dönemi bittiğinden günümüzde, Ankara'nın yürürlükte olan bir nazım planı bulunmamaktadır.

Doğuda İmrahor Vadisi'ne, batıda Temelli'ye, güneyde Gölbaşı'na, kuzeyde Esenboğa'ya değin genişlemiş bir kent görünümündeki Ankara'da bugün 3.5 milyon dolayında insan yaşamaktadır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında oluşan "gecekondu kent" Altındağ'ın bir benzeri de Mamak'ta ortaya çıkmıştır. Nüfusun üçte ikisi bu gecekondularda barınmaktadır. Bu kısa betimleme dahi, başlangıçta savunulan ideal göz önüne alındığında, 76 yıllık Cumhuriyet döneminin Ankara planlama savaşımının tam bir yenilgiyle sonuçlandığını göstermektedir.

Gerçekten de bir kent yaratılmıştır ama, onu yaratanlar plancılar değil; spekülatörler ile onların işbirlikçisi siyasiler ve bürokratlardır.

Bir süre Ankara İmar Müdürlüğü görevinde de bulunan gazeteci-yazar Falih Rıfkı Atay'ın da dediği gibi; "nerede arsacılar lehine bir plan değişikliği duyarsanız, hemen hırsızlığa hükmediniz". Bugünkü Ankara'yı çok büyük ölçüde bu tür kararlar oluşturmuştur.

Yine onun deyişiyle; "Mustafa Kemal, şapka ve Latin harfleri devrimlerini başarabilecek kadar kuvvetli bir idare kurmuş, fakat bir şehir planını tatbik edebilecek kuvvette bir idare kuramamıştır".

Çözüm bu yargının içinde gizlidir.

13 Mart 1999



Bu Bildiri, 1999 yerel seçimleri öncesinde Ankara Kent Konseyi olarak düzenlenen "Ankara Gerçeği" başlıklı sempozyumun açılış bildirisidir. Sempozyum bildirileri 1999'da TMMOB Makina Mühendisleri Odası'nca kitap haline getirilerek basılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MEDUSA 'NIN 35. YILI : PATARA / GELEMİŞ TOPLANTISI (29-30-Temmuz 2024)

Değerli çevreci Pamir Yılmaz ın Medusa Tesislerinin Patara’daki 35. Yılı çerçevesinde düzenlenen ve "Patara ÖÇKB ve Gelemiş KAİP" ...