3 Ocak 2010 Pazar

MERHABA ANKARA !

15 Eylül 2002, ANKARA

Merhaba,

Ankara Magazinin bir köşesinde yazı yazmam istendiğinde kabul ettim. Hatta, galiba ilk ben “size sürekli yazabilirim” demiştim.. Sonra düşününce biraz ürkmedim değil, bu köşede ne yazacaktım? Her köşe yazarının köşesinin bir adı var, adsız köşe olmaz! Tamam, hemen köşenin adını koydum: “Kent ve Çevre”. Biraz klasikleşmiş, herkesin koyabileceği bir ad ama, olsun! Bu çok boyutlu ve uçsuz bucaksız konuda, hem de “Ankara” konusunda yazacaktım.. Bu bir “Magazin” di ve insanları sıkmadan birşeyler söylemek gerekti.. Bir kentli, bir kent plancısı olarak “Ankara” nın en bildiğim yönlerini yazmak önemliydi benim için.. “Kent” ve “Çevre” boyutlarını ele almak, kısa ve öz bir şekilde –zor olsa da- ilgi çekici olmak..
Nüfus kağıdıma baksalar, yahu bu zaten İstanbul doğumlu, ne anlar Ankara’dan diyeceklerini de bile bile!
Ancak, 30 yılı aşkın bir süredir Ankara’da yaşayan ve 20 yılı aşkın bir süredir de “Kentleşme”, “Eski Ankara” ve “Doğal, Arkeolojik ve Kentsel Koruma” ile uğraşmanın birikimi var. “Sanki yüzyıllardır bu kentte yaşadım, yaşamları, olayları ve olayların geçtikleri mekanları izledim”.. Bu cümle biraz abartılı oldu galiba, ama ben bir “Ankaralı” yım ve Ankara’ya dün gelmişlerin fikirlerini söyleme özgürlüğü varsa, benim de haydi haydi vardır.. Zaten demokrasi de var değil mi?
Ayrıca, ben bu kenti seviyorum ve içinde yaşıyorum. Neden mi? Bunun pek çok nedeni var ve zamanı geldikçe yazacağım. Sevmeden, sevgisiz yaşamak herhalde çok tatsız birşey olsa.. Ben ülkemdeki her kenti seviyorum, ama içinde çalıştığım ve kısa süre ile yaşadıklarımı biraz daha fazla.. “Sevmek” her şey demek değil tabii ki, sevdiğine, sevdiğin kente, yaşadığın kente de bir katkısı olmalı insanın..
Bu yazıların bir amacı olmalıydı. Bu amaç; uzun yıllar üzerinde çalıştığım, çaba gösterdiğim “Doğal ve Tarihsel Çevre”, “Koruma”, “Kentleşme”, “Kentsel Tasarım”, “Kent Kimliği”, “Kent Yönetimi” ve ilgili konuları akademik çevrelerden daha ötelere taşımak, iletişim kurmak, “Kentli” ile “Kentleşen” ile ve hatta “Kentleşemeyen” lere ulaşmak olmalıydı. Doğal olarak sıkıcı olmayan, ancak bilimsel temeli de bulunan yazılar yazmak zor olsa gerekti.. Herhalde, böyle yazmanın bir acemisi olarak beni zamanla bağışlarsınız ! “Köşe Yazarı” olmanın hem çok zor, beğenilen bir köşe yazarı olmak ve okunmanın da daha zor olduğunun bilincindeyim. Böyle bir iddiam bu aşamada yok zaten..
Ankara; binlece yıllık bir geçmişe sahip ve içinde bulunduğumuz dönem inanın ki, tüm sıkıntılarına rağmen tarih içindeki en önemli ve parlak dönemlerden biri. Roma Döneminin, yaklaşık 2000 yıl önceki yönetsel, sosyal, kültürel, mimari ve kentleşmesinden sonra hiç böyle bir dönem yaşanmamıştı bu topraklarda.. Bu dönem; Ankara’nın “Mustafa Kemal Atatürk” ile birlikte onun silah arkadaşları ve Türk Ulusunun “Kurtuluş Mücadelesi”, “Uluslaşma”, “Cumhuriyet Yönetiminin kurulması” ve “Başkent” olmasından bu yana geçirilen en önemli bir kentleşme, sanayileşme, kültür ve sanat Başkenti olma dönemidir. Bu dönem; 20-25 000 kişilik çökmüş bir bozkır kasabasından dünyanın pek çok ülkesine örnek gösterilen bir “Başkent” yaratılması dönemidir. Ancak, bu kasaba binlerce yıllık bir tarih ve kültürü, köklü bir geleneği bünyesinde barındırıyordu ve tıpkı bir hücre gibi “Çağdaş” genetik özellikleri çekirdeğinde barındırıyordu diye düşünüyorum.



Bu yazıyı daha ilgi çekici (okunur!) hale getirmek için Ankara’nın eski bir resmini ekliyoruz. Bu yağlı boya tablo, yaklaşık 500 yıl önce 16 yüzyılda yapıldı, Hollanda’da bir müzede. Önemi şu; Ankara’nın o dönemde Halep’e benzetilecek kadar görkemli bir “KaleKent” olduğu, kenti çevreleyen üç sur bulunduğu, anıtsal yapıların yerleri ve konumları ile – bazıları günümüze kadar yok olsa da- belirlendiği bir tablo bu. Prof. Semavi EYİCE hocamız bu konuda bir kitap yazmış “Ankara’nın Eski Bir Resmi” (x) adıyla. İlgilenenlere bu kitabı bulmalarını tavsiye ederim. Ressam, tablonun önünde o dönemde Angora olarak anılan kentin en önemli sanayi ürünü olan ve Ankara keçisinin dünyaca meşhur yününden yapılan “Angora Sof” unun üretimini resimlemiş. Koyunların, keçilerin kırkılmasından, çıkrıklardan eğirilmesine, meviçli ve hareli kumaşların tezgahlarda dokunmasından yerli yabancı tüccarlara satılmasına kadar tüm üretim ve ticari süreç bu tabloda var, hatta geri planda “Akköprü” den kente doğru bir kervanın gelişi de bu senaryoyu tamamlıyor.



Bu tabloyu belki ileride, ayrı bir yazıda tüm boyutları ile inceleriz, ama başlangıç için, Ankara’nın Roma Döneminden sonra yüzyıllarca Kaleiçi’ne çekilip yaşadığını söylemek olasıdır. Ancak, 13-14 yüzyıllarda Kale dışına çıkılıp, Atpazarı, Koyunpazarı, Samanpazarı çarşıları ve Çıkrıkçılar yokuşu yolu ile Suluhan’a kadar gelişen bir ticaret kentidir Ankara.. Bunun başlıca nedeninin ise, ünlü İngiliz Kralı VIII. Henry’nin dahi giydiği “Sof” dan dokunan kumaşlarının olduğunu söyliyebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu’da birlik ve barış sağlaması (Pax-Ottoman) ile, yükselme dönemindeki güçlü otoritesinin Anadolu’daki pek çok Kale Kent’in dışa açılması, sosyo-ekonomik ve nüfus gelişmesinin bir benzeri Ankara’da da yaşandı.

Bu yazı dizisinin bir programı yok, yani şu ay şu konu olacak diye de bir düşünce yok. İstekleriniz de yer alabilir, bana yazınız, kentte ele alınmasını düşündüğünüz ve bir kentli, kent plancısı gözüyle bakmamı istediğiniz konuları bana yazınız lütfen…

Sevgilerimle…

(x) Prof. Semavi EYİCE, 1972, “ANKARA’NIN ESKİ BİR RESMİ, TARİHİ VESİKA OLARAK RESİMLER-ANKARA’DAN BAHSEDEN SEYYAHLAR-ESKİ BİR ANKARA RESMİ”, Türk Tarih Kurumu “Atatürk Konferansları”, IV.Ciltten Ayrı Basım, Ank. Bu kitabın yeniden basılmasını yetkililerden bu vesile ile rica ediyorum.


• Ankara Magazine Dergisi, “Kent ve Çevre Köşesi”, Kasım 2002, SAYI 13, s.24-25'de yayınlanmıştır.

2 yorum:

  1. ANKARA’NIN BİLİNEN EN ESKİ RESMİ
    Timur Özkan
    Dünyanın en tarihi kentlerinden biri olan Ankara’nın geçmiş yıllarına ait resim, gravür, fotoğraf vb görsel dokümanların sayısı fazla değil. Bilinen en eski resimler, bazı batılı seyyahların kitaplarında gördüğümüz siyah beyaz gravürlerden ibaret. Örneğin Ankara’ya 1705’de gelen Fransız Seyyah Paul Lucas’ın 1712’de yayımlanan seyahatnamesindeki Ankara Gravürü, sadece kale içini resmetmektedir. Bugün tamamen kaybolan üçüncü sur (Osmanlı Suru) dâhil Ankara Kalesi’ni bütünüyle görebildiğimiz bu resimde, birkaç cami, hamam veya kervansaray olduğunu tahmin ettiğimiz bir bina ile az sayıda ev bulunuyor.
    Ankara hakkındaki bir diğer resmi, gene bir Fransız olan Tournefort’un 1717’de basılan seyahatnamesinde görüyoruz. Stefanos Yerasimos tarafından yayına hazırlanan Fransız bilim adamı ve seyyah Joseph Pitoen de Tournefort, iki ciltlik seyahatnamesinin ikinci kitabında 1701’de geldiği Anadolu’yu anlatır. Tournefort’un İstanbul’dan başladığı ve Karadeniz boyunca devam ederek Gürcistan ve Ermenistan’ı gezdikten sonra Erzurum, Ankara, Bursa üzerinden İzmir’de tamamladığı gezisini anlattığı kitabında sadece dört resme yer verilmiş; Ankara, Trabzon, Tiflis ve Erzurum. Tournefort’un, “Ankara şu anda Anadolu’nun en iyi kentlerinden biri ve eski görkemli, döneminin izlerini taşımakta…” diye anlattığı dönemin Ankara’sı, kitaptaki gravür tekniğinde çizilen resimde, kalenin surları içinden ibaret bir kent olarak görünmektedir.
    Bunlara bir de Alman Seyyah Dernschwam’ın seyahatnamesindeki 1555 tarihli eskiz eklenebilir. Kendisinin de “ben iyi çizemedim ama” diyerek yayımladığı bu çizim diğerlerine göre çok basit kalmakla birlikte en eski tarihli Ankara görseli olarak önemlidir. Öte yandan her üç çizimin ortak özelliği kitap sayfalarından gelmiş olmasıdır. Ankara’nın resim niteliğindeki ilk görüntüsü Denschwam’dan yaklaşık 200, Lucas ve Tournefort’tan ise 25-30 yıl sonrasına ait.
    Ankara’nın bilinen en eski resmi olarak kabul edilen ve yapılış tarihi ile ressamı bilinmeyen bu yağlı boya bir tablo halen Amsterdam’daki Rijkmuseum’da bulunuyor. Kesin olmamakla birlikte 1730’larda yapıldığı tahmin edilen ve yaklaşık 300 yıl öncesinin Ankara panoraması olan bu resim 117 x 198 cm ebadında olup müze kayıtlarında “Ankara Manzarası” olarak geçiyor. Yakın zamana kadar Halep’e ait olduğu zannedilen bu resmin Ankara’ya ait olduğu 1970 yılında Prof. Dr. Semavi Eyice tarafından kanıtlanmış. Ankara Manzarası’nın üst tarafında; o zamanlar kentin merkezi olan Ankara Kalesi, alt tarafında ise 18. yy Ankara’sının ticaret hayatının esasını teşkil eden tiftik dokumacılığından sahneler görülüyor.
    Ankara manzarası üzerinde kapsamalı bir çalışma yapan, Ankara araştırmacısı Erman Tamur, Kebikeç’in 25. sayısında yayımlanan yazısına; bu resimde yer alan 25 binayı numaralayarak her binanın ne olduğunun listesini eklemiştir. Üç surun belirgin şekilde göründüğü resimde, tarihi kentin önemli yapıları Ankara Kalesi’nin Dış Suru ile Osmanlı Suru arasında yoğunlaşmaktadır.
    Aynı müzede bulunan ve aynı teknikle yapılan bir İzmir resmi de Ankara ile birlikte Hollandalı bir tüccarın koleksiyonu arasında müzeye intikal etmiş. Her iki resmin de o dönemde Osmanlı ile sof ticareti yapan bir Hollandalı tüccar tarafından yaptırılmış olması akla yatkın bir olasılıktır. Ankara’da aldığı sofu, İzmir’den nakleden tüccarın iş yaptığı bu iki Anadolu kentinin resimlerini yaptırdığını ve bir dönem işyerinde sergiledikten sonra müzeye sattığını veya bağışladığını düşünmek yanlış olmaz. Zaten, Tamur’un müze yetkililerinden aldığı bilgiler de bu yöndedir.
    Kitaplardaki çizimlerden farklı olarak, bugüne kadar gelmeyi başarmış bu resmin sanat değeri biraz tartışmalı olmakla birlikte belgesel değeri çok açık. Eğer belediyelerimiz, sivil toplum kuruşlarımız veya büyük firmalarımız öncü ve destek olurlarsa; bu resmin geçici bir süre için de olsa Ankara’ya getirilerek sergilenmesi, kentimizin yüzyıllar öncesi halini görmek ve bugünkü Ankara’yla karşılaştırmak açısından güzel bir fırsat yaratacaktır. (08.Ekim 2015)

    YanıtlaSil
  2. Tablonun alt kısmında bulunan ve "şehir hayatı" nı anlatan bu bölüm tablodan ayrı bir sahne olarak resmedilmiştir. Bilhassa 17 ve 18. yy.'da Avrupa'da "şehir hayatı" tabloları adı altında bir takım tablolar moda olmuştur. Bu tablolarda o şehirdeki hayat ne ise hepsi bir arada yansıtılmıştır. Yukarıdaki bölümde de Angora'daki ticaret hayatı, esnaf ve sanatkâr loncaları görülüyor. Kenarda büyük bir dokuma tezgâhı ve terazili beyaz sakallı bir satıcı var. Feraceli kadınlardan başka, pazarlık yapan, çünkü aralarında biri keseye davranmış vaziyette, bir takım tüccarlarda var. Hatta arada bir de dilenci ve dövüşenler de ihmal edilmemiş. Herhalde çok sayıdaki bu kadınlar, yünleri yıkayıp hazırlayan işçilerdir. Çünkü ateş yanan bir ocak var. En kenarda büyük bir tezgâhta yünler dokunmaktadır. Ortada dua edildiğini görüyoruz. Belki de yıllık mahsulün satışı sırasında yapılan bir dini tören ile ilgili bir sahne. Resimde kadınların çokluğu Osmanlı devrinde tiftik endüstrisinde kadınların önemli yeri olduğunu gösteriyor. (Semavi Eyice, Ankara'nın Eski Bir Resmi, S.106)

    YanıtlaSil

MEDUSA 'NIN 35. YILI : PATARA / GELEMİŞ TOPLANTISI (29-30-Temmuz 2024)

Değerli çevreci Pamir Yılmaz ın Medusa Tesislerinin Patara’daki 35. Yılı çerçevesinde düzenlenen ve "Patara ÖÇKB ve Gelemiş KAİP" ...