22 Aralık 2019 Pazar

27 ARALIK 2019’DA (YENİDEN) ANKARA’YA GELSE İDİ...




Prof. Dr. Mehmet Tunçer
Çankaya Üniversitesi, Şehir ve Bölge
Planlama Bölümü Öğretim Üyesi
Ankara Kulübü Derneği Üyesi

    Ankara Kulübü Derneği’nin Kurulduğu Yıllardan Günümüze;

27 ARALIK 2019’Da (YENİDEN) ANKARA’YA GELSE İDİ...

Ankara Kulübü Derneği’nin kurulduğu yıllardan bugüne Başkent Ankara hem nüfus, hem ekonomi, hem de yayıldığı alan olarak inanılmaz büyümüştür. Ancak, Cumhuriyetin başlarında hedeflenen “Çağdaş” ve “Planlı” bir Başkent hedefine ne yazık ki ulaşılamamıştır. Ankara, arkeolojik değerlerinin ve tarihi kent dokusunun çoğunu, derelerini, çaylarını, bağlarını ve verimli tarım topraklarının büyük bir kısmını yok ederek büyümüştür.
Bu yazıda; 27 Aralık 1919 tarihinde Mustafa Kemal’in Ankara’ya ilk gelişinin 100. Yılında anmak, bu günlerde yeniden Ankara’ya gelse idi neler olurdu diye düşünmek istedim…Bu yazı aynı zamanda günümüz şehirleşmesinin de kısa bir eleştirisi bağlamında yazılmıştır.
2018 yılı 27 Aralığında, Dikmen sırtlarından yeniden Ankara’ya gelse idi, gene Seymenler O’nu karşılar ve Ankara Türkülerini dinleyerek mutlu olurdu.
Sanırım Mustafa Kemal Paşa yeniden Ankara’ya gelse idi arayacağı ilk şey, Dikmen sırtlarındaki Bağ evleri ve onu karşılayan coşkulu Seymenler olurdu.. Ankara’nın bozkırını, Ankara Ovası’nın yeşil/sarı/kırmızı renklerini ve yalçın Kale siluetini arardı..

DİKMEN SIRTLARINDA ATATÜRK’Ü KARŞILAYAN SEYMENLER


Dikmen’deki anıtı görür, “Keşke her yere anıt dikmek  yerine, gerçekten benim düşüncelerimin izinde gitseydiniz“ der miydi bilemem..
“Benim manevi mirasım bilim ve akıldır….Hayatta en hakiki mürşit (Kılavuz, öğretmen) ilimdir ve en büyük savaş cahilliğe karşı yapılan savaştır” diyen Mustafa Kemal’e okuma yazma oranının arttığını ancak cehaletin o kadar da azalmadığını söylememek gerekli..
Gecekonduları, kaçak yapıları, imar barışına sokulan kent suçu rant yapılarını, blokları görmemesi çok iyi olurdu.. Gecekonduların bir kısmını yıkıp dönüştürdük, ama bu defa da aşırı eğimde çok katlı bloklar, zaman zaman yağışta kayan apartman blokları ile doldurduk her yeri..

Güvenpark’ın köşesinden otobüs, minibüs durakları için yer ayrıldığını, miras olarak bıraktığı Orman Çiftliği’nin her köşesinden kırpıldığını, neredeyse yok edildiğini görür ve sanırım kızardı.. Kızılay binasının yıkıldığını, yerine rant kulesi yapıldığını görmesin aman.. Çatısında büyük bir amblemin yer aldığı sarı üç katlı Kızılay Binası çoktan yıkıldı ve yerine dev bir çarşı merkezi yapıldı. Artık bahçesinde Kızılay maden suyu içilerek serinlenen küçük büfeyi göremiyoruz. Kızılay binası, önündeki bahçesi, küçük havuzu, maden sodası otuz sene öncenin anısıdır sadece…
Ancak, Göksu Parkı, Altınpark, Seymenler Parkı, Kuğulupark gibi çağdaş ve nitelikli parklarda biraz dinlenir, kahvesini yudumlar ve kızgınlığı geçerdi..


YOK EDİLEN YENİŞEHİR VE BULVAR, GÜVEN ANITI, SOL KÖŞE YIKILAN KIZILAY BAHÇESİ

Ankara'nın ilk Nazım Planı yarışma sonunda kazanarak Türkiyeye gelen şehircilik uzmanı Jansen’dir, Plan 1932'de onaylanarak uygulamaya konmuştur.. Başkent olduktan sonra Mustafa Kemal'in de yarışma sonucu planları incelediği bilinir.
Jansen, bu kadim Anadolu şehrinden çağdaş bir başkent yaratmak için sonsuz bir heyecanla kolları sıvar. Bilinen bir meşhur sözü vardır. "Yepyeni bir şehir kuracaksınız, dünyaya yepyeni ve çok güzel bir örnek vereceksiniz"… 
"Biliyorsunuz, Avrupa şehirlerinin hemen hepsi motordan önce yapılmıştır. Motor eski nizamları ve anlayışları altüst etti. Ben size şehircilik sanatının son sözlerini getiriyorum." demişti.  
Mustafa Kemal Paşa, planlı kentleşme, çağdaşlaşma uğrunda bu kadar mücadele verip de, makro plansız her yöne doğru gelişen Ankara’ya şaşardı.. Prof. Jansen’in 1938 yılı sonunda işine son verildiğini öğrenince; “planlı kentleşme ve çağdaş Başkent” kurma yolundan ne kadar çabuk saptığımızı görüp üzülür, hele hele gecekondularla sarılı Ankara’yı görünce gözlerine inanamazdı herhalde.. Yenimahalle, Güvenevler, Bahçelievler’in bile yıkılıp parsel parsel apartmanlaştığını söylemesek iyi olur tabii..
Ama, Çayyolu, Eryaman, Batıkent benzeri bazı planlı, nispeten çağdaş çevre kalitesine sahip kent köşelerinde bu kızgınlığı biraz geçer, ”daha iyisini yapabilirsiniz..” sözcükleri ağzından dökülürdü.. son 20 yılda yoğunluk artışının aşırı olduğu özellikle Çayyolu – İncek aksını göstermemek lazım.. Düşük yoğunluklu, temiz hava ve sakin bir bahçeli evde yaşamayı özleyenlerin yanıbaşına 30-40 katlı blokların dikildiğini söylememek lazım.. Kente karşı işlenen suçların yaygınlaştığını, her yeşil alana neredeyse beton AVM'lerin, Rezidan ların dikiliverdiğini biz bilelim yeter..

Atatürk Bulvarı’nı izleyerek Çankaya’ya geldiğinde; her iki tarafta yükselen bloklara, Yenişehir’in üç kez yıkılıp yeniden yapılaşmasına hayret ederdi.. Bulvarın otoyola çevrildiğini, yürüyüş yapılan, alışveriş yapılan, dinlenilen kültürel yapıların, pastanelerin yer aldığı Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Bulvar vasfını kaybettiğini, yayaların karşıdan karşıya geçemez olduğunu göstermemek için süratle geçmeli Çankaya’ya çıkmalı.....

Gençlik Parkı’nı gezse ve kendi adı verilen Kültür Merkezi’nin çevresinde bir dolaşsa derbederlik, bakımsızlık, plansızlıktan buraların ne hale geldiğini görür ve üzülürdü sanırım..19 Mayıs Stadı’nın yıkılması onu kızdırabilirdi..

Ulus meydanı çevresine, hele Kale’ye gitmemesi için gayret göstermek gerekli.. Çünkü “Kale’nin üzerine bir fanus kapatıp, onu gelecek için saklamak” fikrinin henüz gerçekleşemediğini, sadece Hacıbayram’da meydan düzenlemesi yapılarak, çevredeki yapıların yıkılıp 4-5 katlı betonarme olarak yeniden inşa edildiğini görecek.. Güzelim tarihi eser Eski Ankara evlerinin yıkılarak yeni-tarihi Eski Ankara evleri oluşturulduğunu  görmemesi gerekli.. Kültürel miras olarak bu çevrenin korunamadığını görmek üzücü olurdu..


HACIBAYRAM ÇEVRESİNDE YENİ-TARİHİ ESER İNŞAATLARI (Dericizade Arşivi ve karşılaştırmalı fotoğraflar: Ahmet Soyak)

Anadolu kültürünü koruma adına büyük çaba gösteren, Anadolu Medeniyetleri Müzesini kurduran Atamıza, Roma antik tiyatrosunun çöplüğe döndüğünü, Roma Yolu üzerine Köfteci dükkanı kurulduğunu, 3. Sur Duvarının yıkılarak yerine "Cillop" gibi yeni-antik sur duvarı yapıldığını söylemeyelim..
Hatta mümkünse sadece Müze çevresindeki güzel oluşumları, onarılan Hanları, Pirinç Han, Erimtan Müzesini, Koç Müzesini ve Satranç Müzesini gönül rahatlığı ile gezdirelim..  Çatlayan sur duvarlarından, kazılıp üstü kapatılan Roma eserlerinden hiç bahsetmeyelim..

Dolmuşa, otobüse değil de, Ankaray’a ya da Metro’ya bindirerek, “işte, Paşam Çağdaş Başkent Ankara” demek için de, çok fazla bir toplu taşın aksımız da yok..
Ama, iyi yolda olduğumuzu, kent çevresindeki toplu konut alanlarının hızlı toplu taşın araçlarıyla yakında kente bağlanacağını söyleyerek, “dolmuşlu, işportalı ve gecekondulu” kentimizi saklayabiliriz mavi gözlerinden! Topu topu 35,5 km metro yapabildiğimizi de söylememek gerekli.....”
Troleybüsleri de söküp attık, yerine taksileri, dolmuşları, halk otobüslerini koyduk, herkes mecburen özel oto almaya çalışıyor, trafikte kaos, kazalar, kargaşa, alt geçitlerde her yağmurda boğulanlar oluyor...” diye sakın anlatmayalım!!

  


HER YAĞMURDA SU BASAN ALT GEÇİTLERİ SAKIN SÖYLEMEYELİM!

Kışın hava kirliliğinin bir kara bulut gibi örttüğü Başkent’in doğal gaz ile her noktasına kadar ısıtıldığını ve böylelikle “kaçak kömür” e geçit verilmeyeceğini söyleyebiliriz.. Göçmen mahallelerindeki kömür, odun vd yakacaklarla ısınmaya ve derme çatma yapılarda barınmaya çalışanların sefaletini yakında önleyeceğimizi söyleyebiliriz..
Az da olsa var olan yaya bölgelerine götürüp, gezdirebilir ve bu bölgelerin özellikle Kızılay, Ulus gibi kent merkezinde ve Batıkent, Çayyolu, Bahçelievler, Tunalıhilmi, Keçiören, Etlik gibi alt merkezlerde de yaygınlaştırılacağını söyleyebiliriz (eğer yapabilirsek!!)..
Bendderesi, İncesu deresi, Ankara Çayı, Dikmen deresi, Kavaklıdere vb akarsulardan hiç bahsetmeyelim daha iyi.. Hepsinin üstünü kapatıp kanalizasyona çevirdiğimiz anlaşılmasın bence..


Üstü örtülen Bendderesi...

Bunun yerine, İmrahor Vadisi, Eymir ve Mogan göllerini nasıl koruma (!) altına aldığımızı anlatalım.. Ama, çevre kirliliklerini, göl ve baraj havzalarından geçen viyadükleri ve otoyolları nasıl gizleyeceğiz bilemiyorum doğrusu..

Anısına dikilmiş heykelin arkasına yığılmış Temiz Hava Şehri (!) ni  ve Dikmen sırtlarına dikilmiş blokları görünce irkilirdi. Gölbaşı’na doğru bakarsa Eymir Gölü çevresindeki yeşil kuşağı görerek en büyük ideallerinden birinin “Bozkırı yeşertme” nin kısmen de olsa gerçekleşme yoluna girdiğini görerek ümitlenirdi. Göllerin giderek sazlarla kaplanması ve küçülmesi, kirlenmesi canını çok sıkardı muhakkak..İmrahor Vadisinin de KENTSEL DÖNÜŞÜM diyerek yok edilmekte olduğunu görünce nedir bu, iptal edin bu KANAL PROJESİ ni diye kızgınlığını ifade ederdi!

Göllerin çevresinden geçirdiğimiz otoyolları ise hiç göstermemek gerek! Tabii karayolları taşımacığını demiryollarına, özel araçları da toplu taşımacılığa tercih ettiğimizi söylemeyelim..
Yenişehir’e doğru giderken, göreceği gecekonduları nasıl “dönüştürdüğümüzü” ve nasıl “ıslah” ettiğimizi, müteahhitleri nasıl zengin edip, altyapının çok zor ulaştığı bu kesimleri nasıl yağmalattığımızı önce, sonra 5-7-10 katlı olarak nasıl yenilediğimizi apartman blokları ile… Anlatarak canını sıkmayalım. 
Güzelim, Dikmen, Keçiören, Etlik, Gaziosmanpaşa bağlarını önce gecekondu işgaline uğratıp sonrada “ıslah” “dönüşüm” vb kavramlar icad edip yok ettiğimizi zaten görecektir. Belki en güzel vadilerimizden biri olan Dikmen Vadisi’ni gezdirebiliriz, tabii çevredeki betonlaşmayı, 20 katlı “kültür” köprülerini nasıl anlatacağız bilemem doğrusu.



DİKMEN VADİSİNDE KÜLTÜR KÖPRÜSÜ

Planlı bir “Başkent” olma idealinden epeydir vazgeçtiğimizden, parsel parsel yıkıp yok ettiğimiz Bahçelievler’i, Mebusevleri’ni, Yenimahalle’yi, Varlık Mahallesi’ni,  Güvenevler’i, Cebeci’yi gezdirmeyelim.. hatta o beton bloklar arasında kaybolan yeşil alanlar, küçülen okulları, yok olan spor alanlarını, önce üstü örtülen sonra çok katlı “Pazar” yerlerini hiç birimiz görmesek, hatırlamasak da olur..Yıkılan endüstri mirası Havagazı Fabrikası, yıkılan İller Bankası, Marmara Köşkü, Çubuk Göl Gazinosu, Emlak Bankası, Su süzgeci vb. gibi mimari değer taşıyan yapıların yok edilmesi de bu dönemin acı ile anılacak kurbanları..

Çağdaş, medeni (asri) yerleşim yerlerini kat mülkiyet kanununa kurban edip 15-20 kez yoğunlaştırdık, her yıl yetmeyen altyapıları değiştirip müteahhitleri zengin ettik, sürekli kaldırım kaplamaları ile oynadık mı diyeceğiz! Kentte yaşayanları sinir hastası yapıp, çıldırtan kazılar, altyapı üst yapı aktarımları, durak, tabela değiştirmeleri ile paralarımızı çar çur edip en pahalı kentsel gelişim sürecini yaşadık ama hiç de mutlu olmadık mı diyeceğiz!
Bunun yerine gene de bir miktar düzenli ve planlı (ama çağdaş olamayan hala) kent parçalarını gezdirebiliriz.. Batıkent, Eryaman, Çayyolu gibi..Ama herhalde gene “daha iyisini yapabilirdiniz” diyebilir.
Bütün tepkilere rağmen inşaatı yapan belediye Başkanlarımız; “ayrıca metro hatlarını da en kısa zamanda hizmete açacağız “ diyebilir sakinleştirmek için.. Kavaklıdere Bağlarını da oteller ve işhanları ile yok ettiğimizi de bilmemeliJ




KAVAKLIDERE ÜZÜM BAĞLARINDA YEŞEREN BİNALAR

İncesu, Ankaraçayı, Bendderesi ve diğer akarsular nerede diye sorarsa  şaşırıp “bilmiyoruz “diyebiliriz. Ama İmrahor Vadisi’ni cansiperane korumak için uğraşıyoruz diyebiliriz.
Hakikaten gençler bilmiyor böyle dere ve çaylar olduğunu kentte! Dere ve çayların üstünü örtüp kanalizasyona çevirdik, üstüne de harika asfalt yollar yaptık dersek işte o zaman kıyamet kopacak mutlaka.. “Bozkırda yaşayanlar bu akarsuyun kıymetini bilmez ise işte böyle susuz kalır, şehir de yeşil akslardan, göllerden, su kıyısı gezintilerinden mahrum olup çölleşir!” diyebilir.
“Tez elden akarsuları yeniden ele alın, var olanları da koruyup çevrelerinde yürüyüş yolları, mesire alanları düzenleyin..”

Bu yazı bir kurgu olarak yazılmıştır… O güzel insan, Mustafa Kemal Paşa keşke yeniden gelebilse, ama hepimizin Ankara'nın daha yaşanabilir, daha planlı, daha güzel bir Başkent olması için elbirliği ile çaba göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

Saygılarımla..

(Başkent Ankara Dergisi'nde yayınlanmıştır)


29 Mart 2019 Cuma

ROMA DÖNEMİ 1: ROMA BENDİ, BEND DERESİ ve ANTİK TİYATRO


BAŞKENT TARİHİNİN İZİNDE

ROMA DÖNEMİ 1:
ROMA BENDİ, BEND DERESİ ve ANTİK TİYATRO









23.08.2018 Tarihinde Milliyet Gazetesi Ankara Muhabiri Sıddık Paşa ALYURT ile yapılan Röpörtaj sonrasında Tiyatro çevresi denetim altına alınmıştır.


Prof. Dr. Mehmet Tunçer: 



*Roma Dönemi, Ankara'nın en önemli dönemlerinden biridir. Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi'ne kadar büyük önem taşır. Çünkü Roma'nın Anadolu'daki en büyük, en uç şehirlerinden bir tanesiydi. Nüfusun o dönem 80-100 bin rakamına ulaştığı söyleniyor. Hatta Roma dönemi sonrası Bizans döneminde 395 yılında Doğu Roma ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrıldı.


“Eski şehrin dikkat çekici bir güzelliği vardır, girintili çıkıntılı duvarları geçmişteki mücadeleleri ve 13 yüzyıllık tarihini çağrıştırır, eski evlerle çevrili dar sokakları her adımda tarihi anıları barındırır, Roma ve Augustus Tapınakları, Julien Sütunu şehrin geçmişteki büyüklüğünü kanıtlar.”  (Mamboury, 1934, S. 43)

ROMA DÖNEMİ’NDE ANCYRA’DAN GÜNÜMÜZE KADAR ULAŞABİLEN ANIT ESERLER


Ankara, Doğu Roma'nın da çok önemli bir şehri. Hatta Ankara Kalesi'nin onarılması, kalenin yeniden inşası 7.-8. yüzyılda Bizans döneminde yapıldı. Kale'nin görmüş olduğunuz birtakım devşirme malzemeler, sütun başlıkları, mermer parçaları ve yazıtlar hep Ankara'nın Roma kalıntılarının oraya alınarak Araplara karşı savunma amacıyla yapılmasıyla oluştu. O dönem içinde Ankara'daki birçok Roma eseri tahrip olmuş.
      


HACIBAYRAM ÇEVRESİNDE YIKILAN ANTİK SUR DUVARI (Fotoğraf : Mehmet Arabacı)

Bence antik tiyatronun da çevresi tahrip olmuş. Roma Tiyatrosu, Roma Hamamı, August Mabedi ve kentteki önemli taşlar orada savunma amaçlı, can havliyle sur duvarı yapılmış. Büyük oranda antik tiyatronun olduğu yer kapanmış, üzerine Osmanlı dönemi yapıları gelmiş. 
*Osmanlı dönemleri yapıları gecekondu değil. Yani tiyatro çevresinde bulunan evler aslında gecekondu değildi. Orada çok güzel yapılardan oluşan evler de vardı. Malesef oralar sonradan Bent Deresi genelev olarak kullanılmaya başlandı. Cumhuriyetin 20. yüzyıllarından sonra oralar artık normal insanların giremediği, sıkıntılı yerler oldu.
1985-86 yıllarında oraya bir ayakkabıcılar çarşısı yapılacaktı. Ayakkabıcılar çarşısı yapılırken, temel kazısında büyük, dev taşlar çıktı. Her birisi 2 ile 3 ton ağırlığındaydı. Dozerle bunlar atılamadı, sonra Koruma Kurulu bu taşların çevresini kamulaştırdı. Ayakkabılar çarşısı inşaatı ise durdurularak proje iptal edildi.


ANTİK TİYATRO ONARIM ÖNCESİ (Fotoğraf: Gürkaynak Alpay)

*Bentderesi bölgesinde 4-5 parsel kamulaştırma alanı ilan edildi. 1995 yıllarında ise orada kazılar başladı. Etrafı yıkıldı. Ancak bölge denetimsiz kaldı. Son 10 yıldır ise burası denetimsiz bir vaziyette. Çevresinin güvenlik altına alınması lazım. Çevresi tahta perdeyle çevrilmesi gerekiyor. Ancak şu anda yol geçen hanı durumunda. İçki içenleri, ayyaşların, uyuşturucu çekenlerin, tinercilerin yuvası haline gelmiş. Oraya girilemiyor. Bizim gibi normal insanlar o bölgede tanıdığımız insanlar sayesinde bu bölgeye girebiliyoruz. Bu konuyu birkaç senedir de dile getiriyoruz. 





26 ŞUBAT 2016 ANTİK TİYATRO VE ÇEVRESİ ÇÖPLÜĞE DÖNMÜŞ (Fot: M.Tunçer)
  
ŞUBAT 2016 TİYATRO İÇİNE DENETİMSİZ GİRİLİYOR VE SONUÇ (Fot: M.Tunçer)

*Çevresi mutlaka denetim altına alınmalı. Dikenli tel mi çekilecek, tahta perde mi yapılacak. Bu antik tiyatronun çevresinin güvenlik altına alınması lazım. Girişi çıkışı beli olmalı. Sonra yapılan projeler var. O projeleri uygulamaya sokmamız gerekiyor. Yani antik tiyatronun nasıl restore edileceği ele alınmalı. Bir de çevre düzenlemesi yapılması lazım. Giriş kapısı, otopark, bilet gişesi vesaire gibi projeler yapılmalı. Böyle bir proje zaten var. Bunlar uygulanırsa orasında hiçbir problem olmaz. August mabediyle Hacıbayram Veli Camii ile buranın doğrudan bağlantısının kurulması lazım. Burayla da Ankara Kalesi'nin doğrudan bağlantısının kurulması gerekiyor.



Peyzaj Mimarı Öznur Aytekin:

*Hacı bayram-ı Veli Camisi ve Augustus mabedinden, kalenin eteklerine doğru dikkatlice bakıldığında roma döneminden kalma antik tiyatroyu görmeniz mümkündür. Ancak o bölgede yaşayan ve o bölgeden geçen insanları gözlemlediğinizde transit geçtiklerini ve antik roma kalıntılarının varlığından bile bilgileri olmadığına şahit olabilirsiniz. Bu bölgeyi koruyarak daha gözde mekanlar haline getirebildik. Hacıbayram Veli Camisi ile Augustus mabedi tarafından bu bölgeye yeşil yaya aksı oluştura bilseydik, insanlar daha rahat yürüyerek o bölgenin tarihte iz bıraktığı noktaları gezerek görmelerini sağlaya bilirdik. Sonuç itibariyle bu ülke bizim ve Ulusta tarihi izleriyle milli servetimizdir.
Bu servete sahip çıkarak, yurt içinden ve yurt dışından gelen turistlerle ülkemizi ekonomisine de canlılık katabilir, hatta UNESCO'ya da aday olabilirdik.

*Bent deresine bakacak olursak; Karamanlılar'dan Cumhuriyet'in ilk yıllarına dek süren, iş örgütlenmesi ve terbiyesi üzerine kurulu, temelinde inanç olan ve Ankara'ya has Ahilik sisteminin ilk yerleştiği alanlardandır. Ahilerden 40 adet tabak esnafı, zamanında bu yöreye gelmiş ve ticari hayata başlamış.  Ancak bu sanat kolu bol su ile icra edilen bir yapıya sahip olduğundan dolayı esnaf, derenin suyunu iş yerlerine çevirmek istemiş. Derenin suyunu "Ivgın" denilen bentlerle iş yerlerine çeviren esnaf, tam orta meydana da büyük bir bent ve kaleye çıkmak için bir köprü yapmıştır. Hatip Çayı'nın önüne getirilen bu bentlerden ötürü bölge "Bent Deresi" adını almış.
ROMA DÖNEMİNDE YAPILMIŞ BEND (Fot: Abdülkerim Erdoğan)


Ankara kalesinin eteklerinden geçen Hatip Çayı üzerinde kurulmuş bulunan Roma Dönemi Su Bendi, Cumhuriyet’in erken dönemlerinde yerini betonarme bir bende bıraktı. Hayli ağaçlık ve yemyeşil bir yer olan Bent Deresi uzun süre Ankara’nın en gözde mesire yerlerinden biri olarak kalmıştır. Sıklıkla taşarak can ve mal kayıplarına yol açtığından, Hatip Çayı’nın üzerine sonradan kapatılarak deresiz ve bentsiz bir bendderesi kalmıştır.

Bu alana dair ilk planlı girişim, yarışma ile kazanan Prof. Hermann Jansen’dir. Jansen planında bu alan ile ilgili bir görsel ve proje raporunda detaylı bir anlatıma yer vermiştir.

“İncesu yatağı Ankara civarının en cazibeli ve canlı deresi yatağı olduğu gibi Bend deresi yatağı da insanda aynı tesiri yapar. Kale de, kıyas kabul etmeyen mevkiini bu dereye medyundur. Kale kayalarının Bend deresine doğru sarp inişi bir yabancının sade Ankara’dan değil belki Türkiye’den alabileceği en büyük, unutulamayacak kuvvetli intibalardır. “    (Prof. Hermann Jansen, Ankara İmar Planı Raporu, 1937).

JANSEN’İN BEND DERESİ ve ROMA BENDİ İÇİN ÇİZDİĞİ PROJE (1934) 
Jansen raporun diğer kısımlarında, burada oluşturulacak havuzun hem bir cazibe merkezi olarak kentin bu bölgesinin öne çıkaracağına, hem de toplanan su ile etrafta yapılması planlanan yeşil alanlara sulama sağlanacağına dikkat çekmektedir. Plan üzerinde okunabildiği gibi, bu alan için Bent Deresi boyunca planlanan yeşil banta eklenen bir yüzme havuzu düşünülmüş. Yüzme bilenler ve bilmeyenler için farklı derinliklere sahip olması ve giyinme, soyunma ve güneşlenme alanları, atlama kulesi hatta su kaydırağı ile çağdaş bir havuz için gerekli bütün özellikleri düşünülerek tasarım yapmıştır.


ROMA BENDİ VE YÜZEN İNSANLAR (Fot: Mehmet Arabacı) 
Bu plan Bentderesi ve çevresinin zaman içindeki değişimi iddialı peyzaj çalışmalarını sekteye uğratan ilk neden,  1930 sonlarında başlayan ve 2. Dünya savaşı ile gelen ekonomik sıkıntılar olmuştur. Bunu takip eden yıllarda ise, hızlı bir göç ile Ankara’nın 1950’ler Ulus- Bentderesi ve çevreleyen alan, özellikle Altındağ yamaçları gecekondulara ve çarpık kentleşmeye mahkûm kalmıştır. İlerleyen yıllar, Ankara ve dereleri için daha acı sonuçlar getirmiştir. 
Dere yatağındaki yerleşim hem derelerde kirliliğe, hem de taşkınlarının daha çok insanın canına mal olması ile sonuçlanmıştır.  Bu soruna çözüm olarak, birçok dere yer altına alınmış ve kötü görüntüden ve taşkınlardan önlenmiştir. 
12 EYLÜL 1957 TARİHLİ SEL FELAKETİ (Kaynak: Milliyet Gazetesi)

Derelerin bu şekilde kaybolması, ana hatları ile halen Jansen Planı etrafında şekillenen Ankara’nın kentsel peyzaj ve kamusal alan kurgusunu geçersiz kılmıştır. Bunun yerine çözüm; derelerin üstüne kapatmak değil de dere yataklarını genişleterek eski planda olduğu gibi yeşil peyzaj dokusuyla mesire alanları oluşturabilmektir. Kısa çözümler değil de, uzun vadeli ve akılcı çözümlerle şehri asfalt ve beton yığınlarından kurtararak insanların nefes alabildiği, gelmek için can attığı merkez noktaları oluşturabilmektir. 
Geçmişte insanların yüzmek için geldiği Bent Deresi, şimdilerde dolmuşlara ev sahipliği yapmakta, arka sokaklarında yağmacıların, tinercilerin kol sallayarak gezebildikleri mekânları oluşturmaktadır. Bu bölgelerin de biran önce temizlenerek insanların rahatça gezebildikleri yaya yolları ve bisiklet yollarıyla kendilerini güvende hissede bildikleri alanlar oluşturabilmektir.


ÜSTÜ KAPATILARAK CADDE YAPILAN BENDDERESİ (Fotoğraf ve karşılaştırma: Ahmet Soyak)


ÜSTÜ KAPATILAN BEND DERESİ VE ÜZERİNDE YOK EDİLEN OSMANLI DÖNEMİ KÖPRÜLERİ (Kaynak : Erman Tamur)

Prof. Dr. Mehmet Tunçer: 

*Ankara’da çok sayıda akarsu, çay ve dereler yok edildi, kayboldu. Bu akarsular yeraltından akıyor, ancak kanalizasyon olarak.. Bu dereler, çaylar ile ilgili düzenlemeler yapılabilirdi. Şimdi bakıyoruz. Avrupa'da akarsular, dereler, nehirler, rekreasyon, dinlenme, yürüyüş yada üzerinde gezme amaçlı bir yer olarak kullanılıyor. Ankara’mızda da yapılamaz mı? Burada teknelerle gezilebilinirdi. Üstü açılarak hala rekreasyon amaçlı kullanılabilir..

*Neden Ankara'da sel oluyor. Çünkü her yeri betonlaştırdık. Yağmur suları akacak yer bulamıyor. Anında yeraltı geçitlerine, köprü altlarına doluyor, can ve mal kaybına neden oluyor.. Ankara bir çanak. Kızılay, Kolej ve Mamak gibi bölgeleri hep su basıyor. Neden?? çünkü yukarıda akacak dere, yer bulamıyor. Suyun yüksek kotlardan, yukarı havzadan toplanması lazım. Taşkınlar bu yüzden oluyor. Ekolojik bir planlama gerekiyor. Öncelikle, Ankara için çevre duyarlı ve ekolojik bir planlama gerekiyor.      



28 Mart 2019 Perşembe

HACIBAYRAM VE AUGUSTUS : TARİHİ ANIT TEHDİT ALTINDA KORUYAMAZSAK LİSTEDEN ÇIKAR !

BAŞKENT TARİHİNİN İZİNDE 
TARİHİ ANIT TEHDİT ALTINDA : KORUYAMAZSAK LİSTEDEN ÇIKAR !

22.08.2018 Tarihinde Milliyet Gazetesi Ankara Muhabiri Sıddık Paşa ALYURT ile yapılan Röpörtaj.




Prof. Dr. Mehmet Tunçer (Çankaya Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü)

* Hacıbayram Veli, çok ulvi ve mütevazi bir insan. O mütevaziliği nedeniyle de çevresine çok büyük bir hayran kitlesi, yani mürit toplamış. 15. yüzyılda ise bu insan ölçeğinde camiiyi (Hacıbayram Veli Camii) yaptırmış.
Hacı Bayram-ı Veli Camisi; Bayrami Tarikatının Anadolu’da yayılması ile ilgili olması açısından anıtsal bir örnek oluşturmaktadır. Bu anlamda, özellikle Anadolu’da yaygın olan bir dini inanışa ait tüm öğeleri ile onu yansıtan mimari bir delil teşkil etmektedir.
Ayrıca, Camii ve çevresinin farklı kültürlere ve dönemlere ait barındırdığı katmanlar: örneğin Roma Dönemine ait Augustus Tapınağı, Hacı Bayram Camii ve Türbesinin birlikteliği bu alanın çok kültürlü evrensel değerinin somut kanıtıdır.

Başka dinlere o kadar saygılı ki orada bulunan tapınağı yıktırmamış. Roma dönemi tapınağı Augustus mabedi yanında duruyor. Tapınağı yıktırmadan yanına, hatta tapınağı koruma altına bu mütevazi camiiyi yaptırmış. 15. yüzyıldan itibaren Ankara'nın önemli dini eserlerinden biridir.
Biz ne yapıyoruz, ne yaptık. Hacıbayram Camii'nin korunması için plan ve projeler ürettik. 1980’lerin başından bu yana hem Mehmet Altınsoy hem de Murat Karayalçın zamanında Hacıbayram Çevre Düzenlemesine ilişkin Koruma Planları ve  Meydan düzenleme projeleri hazırlandı.




HACIBAYRAM ÇEVRESİ İLK ONAYLI KORUMA PLANI (Solda) (1984) ve MEYDAN DÜZENLEME PROJESİ  (1999) (Hazırlayan Ankara Büyükşehir Belediyesi- M.Tunçer Arşivi)


*İstanbul'da Eyüp Sultan ve Topkapı neyse, Ankara için de Hacıbayram Veli odur. Hacıbayram'ın çevresindeki binalar yıkıldı. Oraya büyük bir meydan yapıldı. Yıkılan binaların yerine merdivenler yapıldı. Aslında bu yapılan doğru bir şey değildi.
Melih Gökçek döneminde; 2003-2004 yıllarında Hacıbayram yeniden ele alındı. Ulus projesi sahiplenildi. Yeniden projeler yapıldı.
*Camii altında höyük olmasına rağmen, höyük altına 4-5 katlı otopark yapıldı. Höyük kazıldı. Tarihte ilk defa böyle bir şeyle karşılaşılmıştır. Höyük altına otopark yapan tek milletiz. Höyüğün içine otopark eklendi. Caminin altına da, son cemaat mahallinin altına da kadınlar mahfili eklendi.
Mimarlar odası, şehir plancılar odası, peyzaj mimarlar odası davalar açtılar. Bir iki davada bende bölgede bilirkişiydim. AVM tarzı Hacıbayram Camii etrafını çevreleyen 8 bin metre kareden büyük çarşı ve  dükkânlar yapıldı. Ben Hacıbayram AVM'si diyorum.



HACIBAYRAM CAMİSİ ÇEVRESİNDEKİ TARİHİ YAPILARIN YIKILARAK YAPILAN ÇARŞILAR (Karşılaştırma ve fotoğraf: Ahmet Soyak)

Altı otopark, üstü kebapçılar felan. Yani sen kebap yiyerek cenaze seyrediyorsun. Böyle bir şey dinimizde de yok zaten. Meydan iyice büyütüldü, kent meydanı gibi oldu. Birtakım sonradan mihraplar konuldu.
En önemlisi Augustus mabedine zarar verecek bir havuz yapıldı. Bu havuz meselesi antik Roma duvarlarına zarar veriyor. Altı da zaten höyük, sızma yapabilir. August mabedinin yazıtı da çok önemlidir. Dünyanın en önemli yazıtlarından biridir. Çünkü Roma döneminde imparator Augustus'un yaptığı işleri anlatan dünyada bir tane kalmış. Bütün seyyahlar ve yurt dışında gelen insanlar önce Hacıbayram ve August mabedinin bulunduğu bölgeye giderler.


AUGUSTUS TAPINAĞI’NA ZARAR VEREN YASAL OLMAYAN HAVUZ MUTLAKA KALDIRILMALIDIR

*Bir başka olay Sur duvarları meselesi. Sur duvarlarında da zeminden suyun sızma yapması etki yapmış olabilir. Önlem alınmadığı için Ankara'nın ta Roma döneminden kalan ve sonradan onarılan yaklaşık 2 bin yıllık antik dönem surları dozerlerle yıkıldı. Oraya “yeni-antik sur duvarı” yapıldı ve Hacıbayram çevresi yeniden düzenlendi.




ANTİK SUR DUVARLARININ YIKIMI VE YENİ-ANTİK SUR DUVARI (2016)

*Onarıma karşı değilim. Ancak bu çevredeki yüzde 80 eski Ankara evleri yıkılarak, iki kat yükseltilerek yeniden tarihi Ankara evleriymiş gibi, betonarme tarihi görünümlü evler yapılıyor. Sokaklar yeniden düzenlendi ve iyi oldu. Önceden bu sokaklara girilemiyordu. Artık bu sokaklara girilebiliyor. Oraları hem dinsel hem de kültürel turizm açısından güzel oldu, değerlendi.       



HACIBAYRAM ÇEVRESİNDE BETONARME YENİ - TARİHİ ESERLER !

Peyzaj Mimarı Öznur Aytekin: (Çankaya Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Y. Lisans Öğrencisi)
*  Ankara kentinin üzerinde farklı uygarlıklar kurulmuştur. Farklı medeniyetler, kendi kültürlerinin ve toplumsal hafızalarının nakşedildiği birtakım sembollerle bezeli mekânlar tasarlamışlardır. Arkasından gelen uygarlık, kendisinden önceki uygarlığın izinde, başka başka dünyaların tasvir edildiği mekânlar, şehirler kurmuşlardır. Bu mekânlardan biride Ulus Hacıbayram ve çevresidir, bu bölge tarihi izleri barındıran bir yer ve 1. DERECE SİT alanıydı. Önce SİT alanı düşürüldü. Ardından da içerisine otopark ve tuvaletler yerleştirildi. Ve böylece höyük kaybedilmiş oldu. Hocamızın da dediği gibi dünyada ilk höyük içerisine otopark ve tuvalet yapabilen tek ülkeyiz.



TARİHTE İLK DEFA HÖYÜK ALTINA KATLI OTOPARK YAPAN BİR ÜLKE OLDUK..(2014)
(Fotoğraf: Öznur Aytekin)

Ulusun tarihi kültürünü bilmeyenlere inat ayakta dik duran Ankara kalesi hemen karşınızda Agustus tapınağı ve Hacı Bayram-ı camiyle birlikte görülmektedir. Açıkçası bu bölge tarihi dokusu ve sistematik bir şekilde mevcut ağaçlara ekleme yapılarak alanın peyzaj gücü arttırılmış olması, kudreti yansıtan ulu çınarların simgesel değerleri de çok anlamlıdır.

Augustus ve Hacı Bayram çevresi, Roma kalıntıları ve birçok kültürün izini barındırdığı için koruma olarakta çok değerlidir. Agustus Mabedinin üstünde Roma döneminden kalma yazıtlar ve yazılar vardır. Bu tapınağı çelik konstrüksiyonlarla korumaya almışlardır, ama kuşların bu noktaya konacağı ve dışkılarındaki fazla asit yazıların yok olmasına sebep verecektir. Bunun için önlem alınmalıdır, önem alınmadığı takdirde bu yazıyı bulamayabiliriz.

Agustus tapınağının hemen bitişiğinde yapılmış olan havuz ise müzik eşliğinde, fıskiyenin çıkardığı sesi ve dansı ile insan huzur bulmaktadır. Dışarıdan bir gözle bakıldığında bizi cezbetse de, bir peyzaj mimarı olarak havuzun yanlış konumlandırıldığını düşünmekteyim. Tarihi şehir kalıntısıyla iç içe olan tapınağın 2,5-3 metre ilerisine havuzun yapılmış olması ilerleyen süreçlerde doğabilecek yalıtım sorunlarıyla, tarihi dokuya zarar verebilecektir. Bütün bunların yerine alt yapıdaki arkeolojik değerlerimizin korunarak ön plana çıkarılması, beton ve su öğelerinden ziyade yeşille tarihi dokuyu ön plana çıkararak koruya bilmektir. Başka bir hususta hacı bayram cami ve çevresinin bu kadar çok sert zeminle kaplamak yerine cam zemin döşemesi yaparak, arkeolojik kalıntıları ortaya çıkarabilirdik. Bununla beraberde daha çok turisti bu noktaya çekebilir ve eski antik Roma şehrini tanıta bilirdik.




AUGUSTUS MABEDİ DUVARLARI ÜZERİNDE YER ALAN YAZITLAR KRALİÇESİ GİDEREK TAHRİP OLUYOR (Fotoğraf: Ahmet Soyak)

*Tarihi dokumuzu korumasını bilmiyoruz. İstanbul çok güzel bir şehirdir. Oradaki tarihi eserleri, havası, denizi her şeyi ile bizi kendine çeken bir özelliği vardır. Ama Ankara’yı araştırdıkça görüyorum ki tarih olarak havasını solumaya başladığınızda, sizi kendine çeken ve özleten bir yapısının olduğunu fark ediyorsunuz. Tek sıkıntımız tarihimizi bilmiyoruz ve bir İstanbul kadar özenmiyoruz yani Ankara’ya meraklı gözlerle bakamıyoruz. Hâlbuki taşı toprağı altın şehirdir, “Küllerinden yeniden doğmuş Anka Kuşu gibidir Ankara” mız.

Ankara’da yıkılan ve korunması gereken tarihi binaları vardı, belki bu binaları  müze yaparak meraklı gözleri bulabilirdik. Ankara'nın eski konut dokusuna baktığımız 2-3 katlı binalar. Bu binalar çetin soğuklara karşı daha iyi ısınması için yükseklikleri 3 metre değil de 2-2,5 metre yüksekliğinde olacak şekilde yapılırdı, şimdi restorasyon diye yaptıkları restorasyon değil de yeniden yapılandırma denilebilir. Diğer bir eleştirel bakış ise

*Peyzaj olarak baktığımızda yönlendirme tabelalarımız bile konulmamış olması, mesela  Julien Tapınağını gösteremiyoruz. Ben hiç tanımayan biri olarak Ulus'a geldiğimde bir camii var evet Ama ne özelliği var, tarih olarak bana ne anlatıyor, nerede ne var bilemiyorum. Sadece tabela değil, bir kulaklık bile verebiliriz. Turistlerin gezdiği bölgelerin özelliğini ve tarihini anlatabilir. Ayrıca Hacı bayram-ı veli camisine katlarla çıkmak yerine camiye her yerden ulaşabilmek, hem yön olarak hem de çekim noktası olarak çok önemlidir.





1930’LARDA HACIBAYRAM CAMİSİNE ULAŞAN SOKAK GÜNÜMÜZDE TAMAMEN YOK EDİLMİŞTİR

*Hacıbayram Camisi ve Augustus Mabedi Çevresi UNESCO Dünya Mirası Ön Listesinde yer almakta. Biz eğer burayı koruyamazsak bu listeden çıkacaktır. Türkiye'nin tanıtımında bu bölge ciddi bir önem taşıyor. Burası kentsel bir SİT alanı ve tarihi dokusuyla önemli bir yer olduğunu üzerine basarak söylüyorum. Kent kimliği ve belleği çok önemlidir. Eğer biz bu kimliği kaybedersek burada hiç anlam ifade etmemektedir. Aslında buradaki tarihi dokuyu koruyamamakla insanların anılarını da yok ediyoruz.

Kent, yalnızca taş, beton yığınından ibaret bir yer değildir. Kent, kolektif hafızayı taşır. İçinde yaşayan insanların kültürlerini, yaşam biçimlerini, iletişim biçimlerini hatta daha ötesinde kolektif korkularını, sevinçlerini, kederlerini, zaferlerini yansıtır. Bir şehrin büyük meydanlarında gezinirken, meydandaki heykeller izlenirken aslında bir toplumun öyküsü okunur. Bu öykü çok kıymetlidir. Taşlar, binalar, heykeller ve buna benzer birçok mimari yapı, toplumun kendini ifade etme ihtiyacından, şimdiki zamanla ve gelecekteki nesillerle iletişim kurma gereksinimini de ortaya koyar. Hiçbir toplum, yaşadıklarının gelecek nesillerce unutulmasını istemez. Geçmişten günümüze gelen anı değerleri, kültürleri ile bir bütündür.
Bu kapsamda çevreyi ele alırken anılarıyla geçmişteki izlerle doğasıyla, taşıyla, tarihi eserleriyle estetik işlevsel ve kullanılabilir bir düzenle ele alınır. Bizlerde geçmişten geleceğe tarihi izleri yok etmeden, bilinçli bir toplum olarak geçmişimizin en güzel eserlerini gelecek kuşaklara aktararak ilerleye bilmemizdir.




HACIBAYRAM MEYDANINDA KAYBOLAN ANI MEKANLARINDAN: KİTAPÇILAR ÇARŞISI

Prof. Dr. Mehmet Tunçer:
Mesela şimdi Anafartalar Çarşısını yıkacaklar. Lütfen orayı yıkmasınlar. Anafartalar bir müze gibi değerlendirilebilir. Mesela o çarşının her bir katında, hatta merdivenlerinde bile çok önemli seramik sanatçılarının eserleri vardır. 1960'ların, 70'lerin önemli seramik sanatçıları tarafından icra edilen eserler bulunuyor. Orayı ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ haline getirebiliriz. Dükkanları birleştirerek galeri haline getirsek inanılmaz başarılı bir işe imza atılır. Bina yıkılsa bile panoların kurtarılması lazım.



ANAFARTALAR ÇARŞISI KORUNARAK ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ OLMALIDIR (Fotoğraflar: Mehmet Arabacı)

Ankara’nın ilk (tarihi) merkezi Ulus’ta bulunan, kültürel bellek ve kentlilik bilincine dair yansımaları olan özgün bir yaşam alanı: Anafartalar Çarşısı.
Çarşı içindeki kamusal seramik sanat eserleri ise birer kent estetiği unsuru. Toplumsal ve kolektif bir üretim olan kent belleğine ve kentin kültürel mirasına katkıda bulunmaktadır ve korunmalıdır.



1957 Ankara Seli ve Ankara'nın Dereleri : Mehmet Tunçer Sunumu (18.10.2024)

  "1957 Ankara Seli ve Ankara'nın Dereleri" ‼️ 11 Eylül 1957 tarihinde Hatip Çayı (Bent Deresi) taşkınının yol açtığı sel, Ank...